Bu yazı ilk defa Enternasyonal Sosyalizm dergisinin Mayıs 2018 tarihli 2. sayısında yayınlanmıştır.Şenol KARAKAŞ Çok şeyler söylendi “Yetmez ama evet”çilere dair. Bir çok “Yetmez ama evet”çi gibi ben de bu saldırılara artık daha fazla yanıt vermemek gerektiğini düşünüyorum. Ama özellikle geçtiğimiz aylarda Murat Belge hakkında üretilen spekülayonlar1 ve ardından Sezai Temelli’nin HDP Eş Genel Başkanı olmasının ardından2 “Yetmez ama evetçi”leri linç etme girişimi yeniden başladı. Türkiye’de karşısında hemen bütün siyasi güçlerin birleştiği ve bu birliğini en uzun süreyle korumayı başardığı politik hasımdır “Yetmez ama evet” kampanyası. Polis, genelkurmay, basın, AKP’den Haziran hareketine, ÖDP’den Odatv’ye, Doğu Perinçek’in hareketinden sendika yöneticilerine, dizi film oyuncularından…
Yazar: AltÜst Dergi
“Devrimleri hiç kimse yaratamaz. Bence, her zaman çok net göremediğimiz birikimlerdir devrimi başlatan.” Özgür Gündem gazetesinin yönetici ve yazarlarına yönelik dava çerçevesinde tutuklanan Necmiye Alpay dört ay Bakırköy Cezaevi’nde yattıktan sonra ilk celsede tahliye edildi. Savunmasında, “Ben ifade özgürlüğünü savunduğum için ve bu yaklaşımla danışma kurulu üyeliğini kabul ettim. Şeklen de bir günlük yayın yönetmenliği yaptım. Bugüne kadar yazdığım hiçbir yazıdan dolayı tatbikata uğramadım. Dört aydır tutukluyum. Bir anlamda yargısız infaza uğradım. Tutuklama infaza dönüştü” diyen Alpay ile Nurcan Gündoğan ve Mustafa Arslantunalı görüştü. Mustafa Arslantunalı: Önce bu son tutukluluktan, Nöbetçi Genel Yayın Yönetmenliği’nden başlayalım. Nasıl geçti? 12 Eylül dönemindeki…
Sayı 24: Eylül-Kasım 2017 İçindekiler: Yerli ve millî istikrarsızlık – Şenol Karakaş Yerli ve millî – Roni Margulies Barış Vakfı’ndan Hakan Tahmaz ile söyleşi – Zeynep Akün Din elden gidiyor – Ferhat Kentel Ülkesinde Suriyeli istemeyenler – Sinan Laçiner Trumplı dünyada Ortadoğu – Ozan Tekin Sağ popülizm neden yükseliyor – Erkin Erdoğan Irkçılığın kökeni – Antony Hamilton Ankara Mensucat: “Maalesef Hıristiyan elinde” – Atilla Dirim Post-hakikat çağında mıyız? – Can Irmak Özinanır Marksizm’in üç kaynağı – Cemal Yardımcı Neoliberal devlet ve mücadele – Tolga Tüzün İkili iktidar dönemi – Volkan Akyıldırım Devrim ezilenlerin festivalidir – Özdeş Özbay Hariçten memleket sosyolojisi…
Georges Simenon Türkiye’de Önsöz Ahmet Ümit Everest Yayınları, 2016 “Çok gezen çok yazar” diye bir kural yok, ama bazı yazarlar her ikisini de yapıp gezileri sırasında edindikleri malzemeyi kitaplarına da aktarmışlar. Belçikalı ünlü polisiye yazarı George Simenon (1903-1989) bu tür yazarlardan. Bazen gazeteci olarak bazen de keyfinden pek çok yolculuk yapmış. Bu arada İstanbul’u da ihmal etmemiş ve 1933 yılının Haziran ayında, SSCB’den kovulduktan sonra, kendisini kabul eden yegâne ülke olan Türkiye’ye gelip Büyükada’ya yerleşen Troçki ile görüşme yapmak için şehrimizi ziyaret etmiş. Simenon o sıralar Fransa’nın yüksek tirajlı ve popüler gazetesi Paris-soir için çalışmaktadır, Troçki ise ülkesinde bulunması…
20. Yüzyıl Başlarında Anadolu ve Trakya’daki Rum Yerleşimleri Ari Çokona Literatür Yayınları, 2016 Savaşların kötü sonuçlarında biri de, her ne kadar ateşkeslerle, antlaşmalarla silahlar sussa bile mağdurlarının çektiği acıların son bulmamasıdır. Coğu kez yeni çatışmalara neden olacak yeni uygulamalar yaşamları bir kez daha alt üst eder. Herhalde en sık görülenin zorunlu göç ettirme olduğunu söylersek yanılmış olmayız. Neredeyse her savaştan sonra bazı etnik dinî gruplar yaşadıkları topraklardan ayrılmak zorunda kalmışlardır. Bunlardan bir tanesi de 1920’li yılların başlarında Anadolu, Trakya ve Yunanistan’da yaşanmış, Lozan Antlaşması sonucunda 1,5 milyon Ortodoks Rum buralardan Yunanistan’a giderken oradan da 600 bin Müslüman ve Türk…
“Bitti diye üzülme, yaşandı diye sevin” Bu sözler karşılıyor sizi mahallenin girişinde. İçeriye giriyorsunuz. Biraz daha ileride, sokağın sonunda, yanında genişçe bir otopark bulunan polis karakolu görünüyor. Bugün sadece tabelası kalmış. Kapısı ise muhteşem bir ahşap işçilik eseri. Kendine hayran bırakıyor. O kapı bir zamanlar, çok değil 70-80 yıl önce öğrencilere açılırmış. Otopark alanı ise eğitim gördükleri sınıflar ve o sınıflara açılan koridorlarmış. Eski okuldan sağa doğru ilerlediğinizdeyse sinagogun bulunduğu sokak çıkıyor karşınıza. Bugün harabe olsa da geçmişinin tüm ihtişamını taşıyan köşkler, konaklar… Bahçelerini sokağa bağlayan bugün eşine zor rastlanır güzellikte kapılar… İncelikle işlenmiş korkuluklar… Kırık camlarının arasından görünen duvar…
Marx’ın “yaratıcı eylem, insanın ve doğanın karşılıklı etkileşiminin bir aşaması” olarak tanımladığı sanatı, Tolstoy “İnsanın bir zamanlar yaşamış olduğu duyguyu, kendinde canlandırdıktan sonra, aynı duyguyu başkalarının da hissedebilmesi için hareket, ses, çizgi, renk veya kelimelerle belirlenen biçimlerle ifade etme ihtiyacından ortaya çıkan” bir kavram olarak tanımlar. Ama sanat, kadın ve erkeğin toplum içindeki deneyimleri ve durumlarından ötürü farklı koşullarda yapılır. Bizim burada ele aldığımız konu, kadının sesinin kendi sanatı üzerinden değil, erkeğin ürettiği sanatta kadının etkisi üzerinden olmasıdır. Rönesans itibariyle 19. yüzyıla kadar olan süreçte çıplak modelden çalışmak sanatın en yüksek kategorisi olarak nitelendirilirdi. Çıplak modelden çalışmanın resmin özünü oluşturduğuna…
Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim, yaşanmış (otobiyografik) bir politik roman örneği. Nâzım Hikmet çok yoğun biçimde yaşadığı politik bir dönemi ve çevreyi, yaşadıklarından yola çıkarak yansıtıyor. Romanın ilk sayfalarından başlayarak, kendi yaşamından bir kesiti anlattığı hemen fark ediliyor. Kendisinin de politik bir insan olarak yaşadığı bu dönemin trajik sonuçlarının Nâzım’ı derin biçimde etkilediği anlaşılıyor. Bununla birlikte, bu romanı politik sorumluluk güdüsüyle yazdığı belli olsa bile, önceden oluşturduğu görüşlerini doğrulatmak için de yazmamıştır. Çıplak gerçekleri bir roman içinde okura yansıtma kaygısı güçlü biçimde duyumsanır, ama roman değerinden bir şey yitirmez. Dışsal verilere boyun eğmeden, ilişkileri ve durumları, yaratım süreci içinde kurar…
“Sahne Yeni Gine dağlarının yükseklerinde bir cangılda küçük bir toprak uçak pisti. Yakın bir yerde bambu çatılı hangarlar, bir telsiz kulübesi, ve bambudan yapılmış bir işaret kulesi. Yerde dallardan ve yapraklardan yapılmış bir uçak. Uçak pisti günün yirmi dört saatinde görev yapan burun takılarıyla süslenmiş ve deniz kabuklarından kol bantları olan yerlilerden bir grupla donatılmış. Geceleri bir işaret feneri olarak hizmet görmek üzere canlı tutulan bir meydan ateşi yakılmakta. Önemli bir uçak filosunun gelmesini beklemekteler: Konserve besinlerle, giysilerle, el radyolarıyla, kol saatleriyle ve motosikletlerle yüklü kargo uçakları. Uçaklar yaşama geri dönmüş bulunan atalar tarafından kullanılacak. Ama bu gecikme neden? Adamın…
İki milyon yılı aşkın bir süre boyunca Homo ailesi ve tabii ki modern insanın atası toplayıcılık-avcılık yapıyor. İnsanın tarım yapmaya başlaması yaklaşık 10 bin yıl öncesine gidiyor. Türkiye’nin güneydoğusunun bir kesimini de içine alan “bereketli hilal” tarımın ilk başladığı yer. İnsanın çok uzun süre toplayıcı ve avcı kalması, yine insanın psişik yapısını ve toplumsal etkinliğini biçimlendiren evrim güçlerinin toplayıcı ve avcı yaşam tarzında saklı olduğunu savunmayı anlamlı hale getiriyor. Homo sapiens sapiens 150-200 bin yaşında. Modern insanın ataları olarak kabul edilen fosil buluntuları, 40 bin yıl önceye tarihleniyor. Kuşkusuz insanı anlamak için tarıma geçişten önceki, toplayıcılık-avcılıkla geçen uzun süreyi çok…